FAALİYET-İ RUBUBİYET
FAALİYET-İ RUBUBİYET
(Ottomano - Dizionario turco) :
Allah'ın rububiyet faaliyeti ve icraatı.(Hâlik-ı Zülcelâl hayret-nümâ, dehşet-engiz bir surette bir faaliyet-i Rububiyetiyle, mevcudatı mütemadiyen tebdil ve tecdit ettiğinin bir hikmeti budur: Nasılki mahlukatta faaliyet ve hareket; bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten, bir muhabbetten ileri geliyor. Hattâ denilebilir ki: Herbir faaliyette, bir lezzet nev'i vardır; belki herbir faaliyet, bir çeşit lezzettir. Ve lezzet dahi, bir kemâle müteveccihtir; belki bir nevi kemâldir. Mâdem faaliyet; bir kemâl, bir lezzet, bir cemâle işaret eder. Ve mâdem kemâl-i mutlak ve Kâmil-i Zülcelâl olan Vâcib-ül-Vücud, zât ve sıfât ve ef'âlinde, bütün enva-ı kemâlâta câmi'dir; elbette o Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un vücub-u vücuduna ve kudsiyetine lâyık bir tarzda ve istiğnâ-i zâtisine ve gına-i mutlakına muvafık bir surette ve kemâl-i mutlakına ve tenezzüh-ü zâtisine münasip bir şekilde; hadsiz bir şefkat-i mukaddese ve nihayetsiz bir muhabbet-i münezzehesi vardır. Elbette o şefkat-i mukaddesen ve o muhabbet-i münezzeheden gelen hadsiz bir şevk-i mukaddes vardır. Ve o şevk-i mukaddesten gelen hadsiz bir sürur-u mukaddes vardır. Ve o sürur-u mukaddesten gelen, tâbiri câiz ise, hadsiz bir lezzet-i mukaddese vardır. Ve elbette o lezzet-i mukaddese ile beraber; hadsiz onun merhameti cihetiyle faaliyet-i kudreti içinde, mahlukatının istidatları kuvveden fiile çıkmasından ve tekemmül etmesinden neş'et eden, o mahlukatın memnuniyetlerinden ve kemallerinden gelen Zât-ı Rahman ve Rahim'e ait, tâbiri câiz ise, hadsiz memnuniyet-i mukaddese ve hadsiz iftihar-ı mukaddes vardır ki; hadsiz bir surette, hadsiz bir faaliyeti iktiza ediyor. Ve o hadsiz faaliyet dahi, hadsiz bir tebdil ve tağyir ve tahvil ve tahribi dahi iktiza ediyor ve o hadsiz tağyir ve tebdil dahi; mevt ve ademi, zeval ve firakı iktiza ediyor.Bir zaman, hikmet-i beşeriyenin masnuâtın gayelerine dâir gösterdiği faideler nazarımda çok ehemmiyetsiz göründü. Ve ondan bildim ki, o hikmet abesiyete gider. Onun için feylesofların ileri gidenleri, ya tabiat dalâletine düşer veya Sofestai olur veya ihtiyar ve ilm-i Sâni'i inkâr eder veya Halika "mûcib-i bizzat" der. M.)