İMAM-I RABBANÎ
İMAM-I RABBANÎ
( Ottomane - Türkisch Wörterbuch) :
(Bak: Ahmed-i Farukî)(Silsile-i Nakşi'nin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbanî (R.A.) Mektubat'ında demiş ki: "Hakaik-ı imaniyeden bir mes'elenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve keramata tercih ederim."Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehası, hakaik-ı imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."Hem demiş ki: "Velâyet üç kısımdır: Biri velâyet-i suğra ki, meşhur velâyettir, biri velâyet-i vusta, biri velâyet-i kübradır. Velâyet-i kübrâ ise; verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden doğrudan doğruya hakikata yol açmaktır."Hem demiş ki: "Tarik-ı Nakşide iki kanad ile sülûk edilir." Yâni: "Hakaik-ı imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve feraiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa, o yolda gidilmez." Öyle ise tarik-ı Nakşinin üç perdesi var: Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-ı imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbanî de (R.A.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir. İkincisi : Feraiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir.Üçüncüsü : Tasavvuf yoliyle emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyle sülûk etmektir. Birincisi Farz, ikinci Vâcib, bu üçüncüsü ise Sünnet hükmündedir.Madem hakikat böyledir, ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (R.A.) ve Şâh-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-ı imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarfedeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennet'e gidemez, fakat tasavvufsuz Cennet'e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-ı İslâmiye gıdadır. M.)