Marksçılık.
Marksçılık.
( Philosophische Wörterbuch) :
(Os. Marx nazariyyesi, Fr. Marxisme, Al. Marxismus, İng. Marxism). Alman düşünürleri Marx ve Engels'in ortak öğretisi... Alman düşünürleri Karl Marx (1818-1883) ve Friedrich Engels'in (1820-1895) tarihsel ve diyalektik özdekçilik öğretileri Marksçılık (Marksizm) adıyle anılır. Öğretide her birinin payını Engels şöyle anlatmaktadır: "İzin verirseniz burada kendimle ilgili bir açıklama yapacağım. Son günlerde, bu öğretinin hazırlanmasındaki payım üstüne çok şeyler söylendi. Marx'la beraber kırk yıllık çalışmamız süresince ve bundan önce, özellikle kuramın gelişmesinde, benim de bir payım olduğunu inkâr edemem. Ama temel, mönetici düşüncelerin çoğu, özellikle ekonomi ve tarih alanında bunların açık ve kesin olarak formülleştirilmeleri Marx'ın işidir. Benim getirdiklerimi, olsa olsa birkaç özel kol dışında, Marx da yapabilirdi. Ama onun yaptığını ben yapamazdım. Marx hepimizi aşıyordu. Uzağı, hepimizden daha geniş ve daha çabuk görüyordu. Marx bir dehaydı. Bizler, olsa olsa kabiliyetleriz. Onsuz kuram bu hale gelemezdi. Demek ki haklı olarak onun adını taşıyor". 1844 yılında Paris'te tanıştıkları zaman Marx yirmi altı, Engels yirmi dört yaşındaydı. Engels, Marksist düşüncenin yapısını tamamlamak için gerekli deney ve bilgiyi getirmişti. İngiltere'de İşyçi Sınıfının Durumu adlı yapıtını bu deneylerden çıkararak o yıl yayınladı. Tabiat bilimleriyle ekonomi bilimi üstünde geniş bir bilgisi vardı. 1849 yılında aralarında bir işbölümü yaptılar. Marx ekonomik sorunları inceleyecek, Engels de tabiat bilimleriyle felsefe sorunları üstünde çalışacaktı. Marksizm, işte bu işbölümü ve işbirliğinin sonucudur. Marksçı öğretiye bilimsel toplumculuk adı verilmiştir. Bilimsellik, yakıştırılmış bir nitelik değil, o güne kadar düşünsel alanda gelişmiş bulunan felsefenin bilimsel deney ve gözlem temeline oturtulmasından ötürüdür. Marksçılık öğretisi, felsefeyle doğa bilimlerini birleştirmiş, her ikisini de karşılıklı etkileriyle tek bir bilgi sürecinde toplamıştır. Marx'ın Felsefenin Yoksulluğu adlı yapıtı, bilimsel deney ve gözlemlerle denetlenmeyen smpekülatif felsefenin yoksulluğunu ortaya koymaktadır. "Bilim, ancak doğadan hareket ettiği zaman gerçek bilimdir. Bizzat tarih, doğa tarihinin insanla ilgili bir parçasıdır. Zamanla doğa bilimi insan bilimini ve insan bilimi de doğa bilimini içine alacak, ancak bir ve tek bilim var olacaktır". İnsan bilincini yaşanılan gerçeklerden kopararak o gerçeklerin karşısına koymak, sonra da o özdeksel gerçekleri -sanki bilinç o gerçeklerle oluşan bir nesne değilmiş gibi- hayattan koparılmış bu soyut bilinçle açıklamaya çalışmak mümkün değildir. Düşünce, ancakpratikte doğrulanarak gerçekleşir. Fiziğin denetinden yoksun düşünce, zorunlu olarak metafiziğe yönelir. "Filozoflar şimdiye kadar dünyayı açıklamaktan başka bir şey yapmadılar, şimdiyse dünyayı değiştirmek söz konusudur". Dünyayı değiştirmek, dünyanın değişmekte olduğu bilgisinden yoksun bir bilincin yerine dünyanın değişmekte olduğunu bilen ve bu bilgiyle etki gücü artacak olan bir bilinci koymaktır. Marksizmin temeli diyalektik dünya görüşüdür. Diyalektik, herhangi bir olgunun bütün görünüşleri arasındaki bağımlılığın çözülmezliğini ve birliğini görmek demektir. İnsanlık yüzyıllardan beri bütün olguları düşünsel (spekülatif) felsefenin oluşturduğu metafizik ve onun modern biçimi olan bireyci dünya görüşlerine göre tek yanlı bir bakışla görmeye alışmıştır. Diyalektik görüş, insanlığın bu dar ve ilkel bakışını evrensel ölçüde genişletmektedir. diyalektik, "dış dünyanın olduğu kadar insan düşüncesinin de genel yasalarının bilimidir". Diyalektik bir bilgi kuramıdır ve oluşmanın meydana koyduğu her yeni görüşü tarihsel evrimi içinde ele alır. Marksizmin ayırıcı niteliği, diyalektik bir görüşle teori ve pratiği birlikte kapsamasıdır. Teorinin gerçekliği pratikle doğrulanır, pratikle denetlenmeyen ve doğrulanmayan teori geçerlik taşımaz. Diyalektik dünya görüşü özdekselliği gerektirir, çünkü "evrenin gerçek birliği özdekselliğinden gelir. Düşüncenin ve bilincin ne oldukları ve nereden geldikleri araştırığlırsa bunların insan beyninin ürünleri olduğu ve insanın kendisinin de doğanın, bu doğa ortamı içinde onunla birlikte gelişmiş, bir ürünü olduğu bulunur. Bütün bunlardan da zorunlu olarak son çözümlemede birer doğa ürünü olan insan beyni ürünlerinin, doğanın bütünüyle, çelişki halinde değil, uygunluk halinde oldukları sonucu çıkar". İdealizm ve materyalizm şu sorunun karşılığında belirir: Evrenin, başlangıçtaki ana unsuru düşünce midir, doğa mıdır?.. Marksizm bu soruya "doğadır" karşılığını verir. Evrenden önce bir düşüncenin var olduğu savı pratikle doğrulanamayacağından ötürü bilimsel değerden yoksun bir varsayımdır. İnsan "gerçekler planında gözleyip düşünmeye devam etmek'le gerçekleşir. Özdekçiliği bundan başka bir biçimde yorumlamak doğru olmadığı gibi tarihsellikten ve diyalektikten yoksun bir özdekçilik de mümkün değildir". Çünkü "hareket özdeğin var olmuş biçimidir. Hiç bir zaman ve hiç bir yerde hareketsiz özdek olamayacağı gibi özdeksiz hareket de olamaz". Öyleyse özdeğin bir geçmişi-şyimdisi-geleceği, tek sözle bir tarihi vardır. Doğanın gelişmesi gibi toplumun gelişmesi de bu tarih sürecinde gözlenebilir. Bu gözlem, insanın ilk insansal hareketinin bir üretim hareketi olduğu gerçeğini meydana koyar, "insanlar önce yaşayacak durumda olmalıdırlar ki tarih yapabilsinler". Hayatlarının sosyal üretimi içinde insanlar, birbirleriyle, iradelerinin dışında zorunlu ilişkiler kurarlar. Bu üretim ilişkilerinin bütünü toplumun ekonomik yapısını meydana getirir. "İnsanların varlığını belirleyen şey bilinç değildir, tersine, insanların sosyal varlığıdır ki bilinçlerini belirler". Örneğin çiftçi, çiftçi gibi düşündüğü için çiftçi olmuş değildir; tersine, çiftçi olduğu için çiftçi gibi düşünmektedir. "Bir sarayda, bir kulübedekinden başka türlü düşünülür". Ama bilinç, sadece özdeksel yaşamı yansıtmakla yetinen basit bir ayna değildir. Doğada insanın varlaşmasıyle bilincin doğayla karşılıklı diyalektik hareketi de başlamış bulunmaktadır. Çiftçi, çiftçi olduğu için çiftçi gibi düşünür ama çiftçi gibi düşünerek de çiftçilik koşullarını etkiler ve değiştirir. Daha açık bir deyişle insan, eylemsel çabasıyle, doğayı değiştirirken aynı zamanda kendisini de değiştirir. Özdeğin geliştirici hareketi "hem kendisi kalmak hem de ve aynı zamanda kendisi olmamak" çelişkisinden doğar. Geliştirici haraketi doğuran bu özdeksel çelişki, toplumsal yaşamda sınıflar mücadelesi olarak belirir. Marksizme göre "günümüze kadar gelen bütün toplumun tarihi, sınıflar arasındaki mücadelelerin tarihinden ibarettir". Toplumdaki çelişik düşünce ve özlemler, insanların çeşitli ekonomik koşullar içinde gruplaşmalarından doğmaktadır. "Toplumun özdeksel üretici güçleri, gelişmelerinin belli bir aşamasında, mevcut üretim ilişkileriyle ya da bu ilişkilerin hukukî ifadesi demek olan ve o güne kadar içinde hareket ettikleri mülkiyet ilişkileriyle çelişmeye başlar. Bu ilişkiler artık üretecvi güçlerin gelişme biçimleri olmaktan çıkarak üretici güçlerin engelleri haline girer. O zaman, ekonomik altyapıdaki değişiklik her türlü düşünsel üstyapıyı değiştirir". İlkel toplum çağından bu yana üretici güçlerin üretim ilişkileriyle çelişkisi eski Yunan ve Roma kaynağından bütün Avrupa'ya yayılan bir evrim çizgisinde köleci, feodal ve anamalcı üretim biçimlerini meydana getirmiiştir. Bu evrim çizgisinin son aşaması olan anamalcı üretim biçimi dünya pazarına egemen olarak kendi evriminin dışında kalan çeşitli üretim biçimlerini de şartlandırmaktadır. Marksizmin temel yapıtı olan Kapital'in amacı "modern toplumu harekete geçiren ekonomik yasayı bulmak"tır. Bu yasa, emeğin ya da üretimin zorunlu olarak toplumsallaşması yasasıdır. "Üretimin toplumsallaşması, er geç, üretim araçlarının toplumsal mülkiyete dönüşmesi ve mülksüzleştiricilerin mülksüzleştirilmeleriyle sonuçlanacaktır". İlkel ve dağınık küçük üretim kalıntıları yerlerini gelişmiş bir kolektif etmek biçimine bırakmaktadırlar. Anamalcı toplumun belirleyici niteliği mal lüretimidir. "Ekonomik değer olarak mal, billurlaşmış insan emeğinden başka bir şey değildir". Değiştirme sırasında çeşitli ürünlerini eşit saymakla üreticiler, kendiliklerinden ve bilmeden, birbirlerinden değişik olan mallarında billurlaşmış emeklerinin eşitliğini belirtmiş olmaktadırlar. Anamalı meydana getiren tek kaynak insanın emek gücüdür. İnsanın emek gücü, tüketilirken değer yaratan "tek mal"dır ve onun yarattığı değerden arttırılan bir artık-değer anamala dönüşmektedir. İnsanın emek gücü, kendisini meydana getiren emeğin değer olarak tükenişinden çok daha uzun bir süre devam eder... Marksçılığa, bilerek ya da bilmeyerek, yapılan bütün suçlamalar şu çürük temellere dayanır: 1. Marksçılığa dogmatik bir bakışla bakmak: Marx, değişmez yasalar değil, yasaları keşfetmek için bir yöntem bırakmıştır. Bu yöntem, üstelik, keşfedilecek yasaların her an değiştiğini ve değişeceğini söylemektedir... 2. Marksçılığa metafizik bir bakışla bakmak: Markx'ın kavramları tek yanından ele alınır ve eleştirilir. Oysa bu kavramlar ancak somut bütünlükleri içinde anlamlıdır... 3. Kavramların gelişme aşamalarını görmezlikten gelmek: Marx, kavramlarını sürekli olarak ömrü boyunca geliştirmiş ve bu geliştirme işine başta lenin olmak üzere kendisinden sonraki Marksistlerce de devam olunmuştur. Çünkü diyalektik, özü gereği gelişimseldir. Eleştiriciler, örneğin Marx'ın ilk yazılarındaki ya da orta yazılarındaki praksis kavramını ele alırlar. Oysa Marx'ın ilk yazılarındaki praksis kavramıyle son yazılarındaki praksis kavramı arasında büyük ayrılıklar vardır. Marx'ın kendisi bile, ilk yazılarında, Marx-öncesi bir yapıdadır... 4. Marx öğretisini reçeteleştirmek: Bu yanılgıya sadece Marx'a karşı olanlar değil, birçok Marksistler de düşmektedir. Örneğin, Engels'in doğa diyalektiği o zamanın bilgisiyle sınırlı olarak ileri sürülmüş bir sentezdir. Oysa bu sentezin bilimin ilerleyişiyle sürekli olarak değişeceğini bizzat Engels söylemektedir. Engels der ki: "Her büyük bilimsel buluşta, doğa bilimlerindeki her dönüşümde özdekçilik yeniden ele alınmalı, derinleştirilmeli, temel kavramlar sürekli olarak doğrulanıp geliştirilmelidir". Süregelen Asya tipi üretim biçimi tartışmaları da bu reçeteleme hastalığının ürünüdür... 5. Marx'ın gelişmesi görmemezlikten gelindiği gibi Marksistlerin gelişmelerini de görmemezlikten gelmek: Örneğin, Fransız Marksisti Roger Garaudy şöyle der: "1953'te yayımlanmış olan Theorie Materalisme de la Connaissanece adlı yapıtımın yayımını 1956'da yasakladım. Bu yapıtta yararlı bilgiler vardır, ama genel eğilimi özdekçiliğin Marx-öncesi biçimiyle şartlanmıştır"... 6. Marx ve Engels'in, yaşamları yetmediğinden ötürü, bıraktıkları boşluklardan yararlanmak: Örneğin Marx ve Engels, tasarladıkları halde mantık, metodoloji, diyalektik üstüne birer yapıt bırakamamışlardır. Kaldı ki Kapital'i bile tamamlayabilmiş değillerdir. Burjuva düşünürleri her an bu boşluklardan yararlanmaya çalışırlar. Ne var ki bu boşluklar, başta Lenin olmak üzere, Marksistlerce her an tamamlanmaktadır. Kaldı ki, tamamlanacak olanlar, yarım bırakılmış olanın içeriğinde mevcuttur... 7. Marx ve Engels'in, yadsınan konuyla ilgili sözlerini bilmezlikten gelmek... Marksçılığı yok etmek ve yadsımak mümkün olmayınca onu bozmak ve tanınmaz hale getirmek yolu tutulmuştur. Fransız Marksisti Roger Garaudy'nin deyişiyle, Marksçılık, "Yeni Kantçılık, Yeni Hegelcilik, Bergsonculuk, fenomenoloji, varoluşçuluk vb. gibi mızmız felsefeler açısından ele alınmaya çalışılmıştır". Gerçekten de, Marksçılığı bozmanın en kolay ve en inandırıcı yolu, Marksçı görünmektir... Marksçılığın yaptığı devrim şöyle özetlenebilir: Dünyayı olduğu gibi bırakarak dünya hakkında edinilmiş düşünceleri değil, dünyanın kendisini değiştirmek ve tarihin her anında diyalektik yöntemi kullanarak düşünceyle eylemin bilincine ermek, bkz. Eytişimsel Özdekçilik, Tarihsel Özdekçilik, Marksbilim, Marksçı Çözümleme, Lenincilik, Maoculuk, Eytişim, Eytişim Yöntemi.