yapmak
HABBEYİ KUBBE YAPMAK
(Ottoman - Turkish Dictionary) :
Değeri olmayan bir şeye çok fazla ehemmiyet vermek. Zihinde büyütmek.
ATIŞ YAPMAK
(Dream Dictionary of Phrase) :
Ateşli ya da ateşsiz silahlarla yapılan her çeşit atış, kişinin maksat ve gayesidir. Atış yapıp hedefe isabet ettirmek, bir amaca ulaşmak için aracı kullanmaya, eşi hamile ise onun oğul evladı doğurmasına, Kadının erkeğe doğru atış yapıp isabet ettirmesii ona gönül vermesine, erkeğin kadını hedef alarak atış yapması ona aşık olmasına, Birkaç kişinin birden aynı hedefe atış yapması aynı gaye için mücadele etmeye delalet eder.
HAYIR YAPMAK
(Dream Dictionary of Phrase) :
İyi niyetle işlenen hayırlar arzuların gerçekleşmesine, malın ziyade bereketlenmesine, şeref ve yüceliğe, Hayır işlerinden kaçındığını görmek ve hayra yanaşmamak mahrumiyet ve üzüntüye; vefat etmiş olan atalarının, akraba ve yakınlarının ondan hayır umduuklarına delalet eder.
hapıcık yapmak
(Turkish - English dictionary) :
/ı/ child´s language to swallow down, gulp down, gobble up.
yapmak
(Turkish - English dictionary) :
1. /ı/ to make; to build, construct, fashion; to create; to manufacture; to produce; to prepare. 2. /ı/ to do; to busy oneself with (something); to do (something) (as one´s regular work or occupation); to carry out, perform; to effect, execute: Ne yapıyorsun? What´re you doing? Başka ne yapayım? What else can I do? Haldun öğretmenlik yapıyor. Haldun teaches./Haldun´s a teacher. 3. /ı/ to repair, fix (something). 4. /ı/ to cause, bring about (an illness). 5. /ı/ to be (used with reference to the weather): Geçen kış çok kar yaptı. It snowed a lot last winter. 6. /ı/ to make, acquire (money). 7. /ı/ to produce (offspring). 8. /ı/ (for a vehicle) to do, go, travel at (a specified speed). 9. /ı/ to make (someone, something) (reach a certain state): Bu ilaç beni iyi yaptı. This medicine made me well. İstanbul´u İstanbul yapan odur. That´s what makes Istanbul Istanbul./That´s what makes Istanbul what it is. Oğlumu doktor yapmak istiyorum. I want to make a doctor of my boy. Orayı muz bahçesi yapmalısınız. You ought to make that bit (of land) over there into a banana grove. 10. to do, act, behave: Gelmekle iyi yaptın. You did well to come. Fena mı yapmışım yani? So somebody reckons I´ve behaved badly, eh? 11. /ı/ to be occupied with (the doing of something): Stajımı o hastanede yaptım. I did my internship in that hospital. Lise öğrenimini Sen Jozef´te yaptı. He got his high school education at St. Joseph´s. 12. /a/ to defecate (in/on); to urinate, wet: Çocuk yine yatağına yapmış. The child´s wet the bed again. 13. /ı/ to harm, do (someone) harm: Beni kızdıran kişiyi yaparım! I don´t let anybody who crosses me get off easy!/The person who crosses me is in for it! 14. /ı/ to do, arrange: Şayeste, saçını Şahinde´ye yaptırdı. Şayeste had Şahinde do her hair. Gülfidan, bir daha yatağını yapmadan kahvaltıya gelme ha! Gülfidan, don´t you let me catch you coming to breakfast again without first making your bed! 15. /ı/ to make or describe (an arc, a curve, a bend, etc.): Yol orada viraj yapar. The road makes a bend there. 16. /ı/ slang to do it to, have sex with. Yapma! 1. Leave him/her/them alone! 2. Leave it alone!/Stop it!/Cut it out!: Yapma Eda, kırarsın! Leave it alone, Eda! You could break it! 3. Oh go on!/Go on! (used to express disbelief): Yapma! Şaka söylüyorsun! Go on now; you´re kidding me! yapmadığını bırakmamak/yapmadığı kalmamak to do everything in the book to annoy or upset someone: Ayhan yapmadığını bırakmadı; onun sepetleneceği kesin. Ayhan´s committed every crime in the book; he´s sure to be fired. O gün söylediklerine itiraz ettim; ondan bu yana bana yapmadığı kalmadı. I objected to what she said that day, and since then she´s done everything possible to harass me. yaptığı hayır ürküttüğü kurbağaya değmemek for (someone´s) well-meant help to do more harm than good.