nation
Vereinigten Nationen
(German - Turkish Dictionary) :
{feraynihtınnats'yo:nın} e Birleşmiş Milletler.
KÜLTÜREL YABANCILAŞMA [İng. Cultural Alienation]:
(Sociological Dictionary) :
(Bkz. Yabancılaşma)
MİLLET [İng. Nation]:
(Sociological Dictionary) :
Millet, insanlık tarihinde farklı toplulukların boy, aşiret ve kavmî taassubu aşarak, biyolojik değil, ortak teşekkül etmiş, kültürel ve manevî mutabakatlara göre, millî seviyede meydana çıkan bir birlik halidir.Millet kendi birliğinden haberdar olan, siyasî bakımdan devlet şeklinde teşkilâtlanmış, millî devlet kurma kabiliyetine sahip, sürekli ve teşkilâtlı insan zümreleridir. Millet aynı zamanda gelimiş olan bir milliyettir.Z. Gökalp'e göre millet; "bir adamın kendisini keyfine ve menfaatine tebaan mensup addettiği herhangi bir cemiyet değildir. Filhakika fert zahiren kendisini şu yahut bu millete mensup telâkki etmekte hür zanneder. Halbuki fertte böyle bir hürriyet yoktur. Çünkü, insandaki ruh, duygularla fikirden mürekkeptir." (Gökalp, Z., 1981)Yine O'na göre millet; ne coğrafî en arkî ne de iradî bir zümredir. Milletlemede coğrafya vatanlaştırılmış bir topraktır. Ancak coğrafya bir zarf gibidir. Millet sadece aynı coğrafyayı, mekânı paylaşan insanlardan meydana gelmez. İnsanlar tek kültüre mensup olarak doğmazlar. Belirli bir kültüre mensup olma duygusu ve şuuru insan hayatında sonradan kazınılır. Millet dilde ortak olan, aynı terbiyeyi almış fertlerden meydana gelen kültürel bir zümredir.Sadri Masudî Arsal'a göre de millet siyasî bir birlik şeklinde yaşam ortak mazi ve kültüre sahip, devlet şeklinde tekilâtlanmış, fert ve zümrelerin toplamıdır. (Arsal, S. M., 1979)Bir millet tek bir kavme mensup fertlerden meydana gelebileceği gibi, ABD örneğinde görüleeği üzere, farklı kavimlere mensup fertlerden de oluşabilir. Aynı kavme mensup insanlar, değişik milletlere mensup olabilirler. Millet kavramı sadece kavmî özelliklere endekksli bir kavram değildir. Milletleşmede, kültür birliği, mensubiyet şuuru, aynı ortak değerleri paylaşma ve ortak irade sahipliği ön plânda yer alır. Millet ırk birliği değildir. Milleti boy veya aşiret gibi görenler aynı millet içinde farklı milletler arayışına çıkarlar.Türk miletine olan inancı sonsuz olan ve hâkimiyet kaynağını millette arayan Atatürk, milleti "zengin bir hatırat mirasına sahip,beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvaffakâtta samimi olan ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraberce devamı hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesi" şeklinde anlamaktadır. (İnan, A., 1969)Millet niteliği belirli bir zaman ve süreç içinde kazanılmaktadır. Tesadüfen bir araya gelmiş kalabalıklar millet değildir. Milletin tarihi vardır. Tarihsiz toplumlar olabilir, fakat tarihsiz millet söz konusu olamaz. Bir derneğe girer gibi bir millete üye olunamaz.Millet kavramının karşılığı ulus değildir. Moğolca'dan Türkçe'ye giren ulus kavramı; arazi, bölge,kasaba, memleket anlamına gelmektedir. ( Kafesoğlu, İ., 1982)Ümmet ve millet kavramları da karıştırılmaktadır. İslâmın henüz yayılmadığı dönemlerde ümmet ve millet aynıdır. Ancak, İslâmın yayılmasıyla ümmete farklı kültürlere sahip topluluklar, kavimler dahil olmuşlardır. Bu durumda ümmet ve millet kavramları farklıdır. Bu durumda ümmet ve millet kavramları farklılaşmış ve ümmet din birliği anlamını kazanmıştır. Ailesiz toplum olamayacağı gibi, farklı üslûplara ve farklı milî kültürlere sahip milletlerden meydana gelmeyen bir ümmet de gerçekçi değildir. (Aydınlar Ocağı, 1990)
MİLLİYETÇİLİK [İng. Nationalism]:
(Sociological Dictionary) :
Bir toplumda millî kültürü hâkim kılmak veya başka bir toplumun baskısından kurtulmak, bağımsızlığı kazanmak kadar sürdürebilmek için gerekli olan kültür ve siyaset eğilimleridir. (Ülken, H. Z., 1969)Milliyetçilik, milletlerin iç ve dış engellemelere rağmen, ekonomide, dış politikada ve kültürel alanda sistemli bir şuurlu bir şekilde kendi değerlerine, menfaatlerine, kimliklerine sahip çıkmalarıdır. Bu düşünce ve davranış şeklinden uzaklaşma, milletleri Dünya'da belirli merkezlerin ve tesirli ülkelerin siyasî, ekonomik ve kültürel açık pazarı haline getirebilir. Milliyetçilik, diğer milletlerin de varlığına saygı duyarak ve kendilerine de saygı duyarak toplumu her alanda yaşama hakkına sahip kılmaktır. Ne dışa kapanmaya, ne de diğer milletlere duygusal düşmanlıklara ihtiyaç vardır. Milletlerarası işbirliği ve dayanışma, millî menfaatlerden taviz verilerek elde edilemez. Milliyetçiliğin kanda, renkte ve kafatası şekillerinde değil; bir millete mensup olam şuurunda, milli ve dinî acılı ve sevinçli günlere, milli sembollere katılabilmede, kültür unsurlarından zevk ve pay alabilmede aranması gerekir. Milliyetçilik, sadece fikirde, duyguda yaşayan bir birliktelik değildir. Yaşanan bir şey olduğu için davranışlarda, tutumlarda kendisin müşahhaslaştırır (somutlaştırır). Tavır alışlar bütünüdür. Sadece resmi törenlerde kullanılabilen bir malzeme değildir.Milliyetçilik, milletlerin kalabalıklaştırılmamasının, coğrafyaların vatansızlaştırılmamasının garantisidir. Önce Türk insanının meselelerine eğilmeyi daha sonra da insanlığa yaklaşmayı gerektirir.Milliyetçilik, korumacılığı ve gelişmeciliği bünyesinde kapsar. (Bkz. Mahafazakârlık) Milliyetçilik hareketlerini sadece bir sınıfa has veya sadece 1789 Fransız İhtilâli'nin bir sonucu gibi "burjuöazi" ile özdeş görmek eksik bir bakış açısıdır. Milliyetçiliği, "ulusal kapitalizm dönemi" ne has bir görüş veya ideoloji olarak görmek de yanlıştır. Milliyetçiliği burjuvazinin ve kapitalizmin gelişmesinden doğan bir geçiş toplumuna ait düşünceolarak görmek de milliyetçiliğin Batıya has bir yorum çeşididir. Bilge Kağan'ın Orhun Abidelerinde Çin kültüründen etkilenilmemesi buyruğu, düşman saldırılarına karşı kuvvetli olunması isteği, "üstte gök çökmedikçe, alta yer delinmedikçe, senin ilini töreni kim bozar" dediği 730'lu yıllarda ne kapitalizm, ne de, burjuvazi vardı. (Bkz. Burjuvazi vardı.(Bkz. Burjuvazi) Milliyetçi düşüncenin sınıfı olmaz.Bazı düşünürler insanlık tarihin, milli menfaat çatışmalarının tarihi olarak da görürlerİslâm'da milliyetçilik değil; ırkçılık kabul göremz. İslâma göre üstünlük, "takva" dadır. İslâm, farklılıkları reddetmeyen ve onların üzerinde birlik (tevhid) arayan bir dindir. Her bir kavmin yaratılış ve varlık sebebini kavrayamayanlar, İslâmı da yeterince anlayamayanlardır.Sınırsız, vatansız, millî menfaatlerin terkedileceği, millî sembollerin dışlanacağı, milletlerin kendi milli varlıklarını ve kimliklerini reddecekleri bir dünya ütopyadır. (Bkz. Ütopya)Milliyetçilik din dışı bir ideoloji de değildir. Korunarak geliştirilmesi gereken milli kültür içinde din önemli bir sosyal müessesedir.Milliyetçilik ve onun sosyal ve ekonomik hayata somutlaştırdığı tavır alışlar, toplumu birleştirci ve yüksek bir ideal uğruna bütünleştirci bir rol oynarlar. Bu tavır alışlar ve davranış şekilleri, millet seviyesinde kabul görmüş ortak mutabakatların savunulmasıdır. Bunlar sadece herhangi bir sınıfı, tabakayı, aşiret veya boyu, siyah ve beyaz renklileri değil,milletin bütününü yakından ilgilendirir. Bu bakımdan, milliyetçilik bölen değil, birleştiren bir düşünce sistemidir. Milliyetçililğin tecavükâr şekilleri Türk tarihine yabancıdır.
YABANCILAŞMA [İng. Alienation]:
(Sociological Dictionary) :
İlk defa F. Hegel tarafından kullanılan yabancılama kavramı ile Tanrı'nın insana yabancılaştığı ortaya konmaktadır. Yabancılaşma, fizikî anlamda insanın varoluşu ile ruhî anlamdaki varlığı arasındaki mesafeye dayanmaktadır. Hegel gibi Feuerbach da Tanrı fikrinden hareket ederek Hegel'in görüşlerine yaklaşmaktadır.Hegel'in ve Feuerbach'ın görüşlerinden farlı olarak K. Marx, emeğin yabancılaşması üzerinde durmaktadır. Emeğin üretimde oranı arttığı oranda, emek üretim süreciyle yabancılamakta ve kapitalist sistemde işçilerin ürettikleri değerler, işçiye düşman hale gelmektedir. Emeğin kendi insanî özne dönebilmesi şarttır. Emeğin ürettiği mallar, bizzat üretene yabancılaşmaktadır.K. Marx'dan farklı olarak Erich Fromm, insanın özünden uzaklaşması ve ruhî unsurun zayıflaması üzerinde durmaktadır. İnsan, insanın varoluşunun gerçek anlamı olan beşerî değerin dışına taşan bir egoizme sürüklenmektedir.Sabri Ülgener'e göre, yabancılama, emeğin sermaya ve topraktan koparılıp, aralarına aşılmaz setler koymakla yaratılmakta ve bir değişmez alınyazısı halinde süreceği zannedilmektedir. (Ülgener, S. F., 1978)Sanayileşmenin ve dolayısıyla makineleşmenin ilk dönemlerinde görülen yabancılaşma, sanayi toplumlarının istikrara kavuşması,boş zaman faaliyeti, çaışma hayatının düzenlenmesi, siyasî katılmanın yanısıra yönetime katılma örnekleriyle hafiflemiştir. Sanayi toplumlarında yabancılaşmanın, sınıf şuurunu daha da kesinleştirererk, sınıf kavgalarını şiddetlendireceği varsayımı teorik bir yaklaşımdan öteye geçememiştir.Nitekim, R. Blauner, "Alienation and Freedom" adlı eserinde ileri sanayi toplumunun kazandığı istikrar ve yeni dengeler, K. Marx'ın ileri sürdüğünün aksine yabancılaşmayı arttırmamış; ama onun olumsuz etkilerini azaltabilmiştir. (Bkz. İleri Sanayi Toplumu, Blauner, R., 1964)E. Durkheim'e göre, yabancılama ve anomi ibölümünün tabiî yönünden saptığı ve dayanışmadan uzaklaşıldığı vakit ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, işbölümünün anormal şekilleri görülmektedir. (Bkz. Anomi) E. Durkheim, somut bir yaklaşımla ve gerçekçi olarak, sadece çaıma hayatında değil; ama toplum seviyesinde yabancılaşmaya değinir. Moral değerlerin ve dayanışmanın zayıflamasi ile yabancılaşma şiddetlenmektedir. (Durkheim, E., 1964) E. Durkheim'in işaret ettiği gerçek birçok sosyolog tarafından da kabul görmekte, artık literatre yabancılaşmalar girmektedir. Nitekim, toplumun genelindeki moral çöküntü, müesseselerin fonksiyonalarını yitirmesi, frdin çevrenin tesiriyle kendini güçsz hissetmesi, sosyal tecrit (yalnızlama) bu konuda bazı örneklerdir. (Anderson, C. C. and Seeman, M., 1983)Günümüzün sanayi toplumlarında görülen yabancılaşma; faydacı, maddeci ve ferçi değerlerin doğrduğu gerginliklerden ve moral tatminsizlikten kaynaklanır hale gelmektedir. Yabancılaşma süreci, insanı sadece ürittii mal ve hizmet dolayısıyla farkeden, hatırlayan, onu üretim sürecinde yeralan bir üretim aracı gibi gören maddeci yaklaımlardan uzaklaşıldığı oranda, yabancılaşma ve diğer sosyal hastalıklardan korunulabilir.Ayrıca, halk-aydın ikililiğinin doğurduğu yabancılaşmaya Z. Gökalp temas etmektedir. (Bkz. Z. Gökalp ve Kültür)